Off Canvas sidebar is empty

Tarih

Karaçay Malkar Tarihi İle İlgili Makaleler

BİR ETNOGRAFİK DENEME: KARAÇAYLILAR

Kafkasya sıradağlarının en yüksek, en olağanüstü, aynı zamanda insanı kendisine en çok hayran bırakan kısmını Elbrus sıradağları teşkil eder. Bu dağların zirveleri sanki sonsuzluğa yükselircesine (3355 m.) dağlardan ayrı bulunan zirveler ise (Elbrus, Tonguz-Orun, Tetnuld ve diğer tepeler) 5 verstten (1 verst=1067 m.) daha fazla bir yüksekliğe sahiptirler. Uçsuz bucaksız  bembeyaz sahraları andırmaktadır bu zirveler. Etraftaki mahzun sessizliği sadece beklenmedik bir anda kopan buzul parçasının gürültüsü bozabilir.

BİR ETNOGRAFİK DENEME: KARAÇAYLILAR

G. Rukavişnikov

Çeviren: İsa Doğan

Kafkasya sıradağlarının en yüksek, en olağanüstü, aynı zamanda insanı kendisine en çok hayran bırakan kısmını Elbrus sıradağları teşkil eder. Bu dağların zirveleri sanki sonsuzluğa yükselircesine (3355 m.) dağlardan ayrı bulunan zirveler ise (Elbrus, Tonguz-Orun, Tetnuld ve diğer tepeler) 5 verstten (1 verst=1067 m.) daha fazla bir yüksekliğe sahiptirler. Uçsuz bucaksız  bembeyaz sahraları andırmaktadır bu zirveler. Etraftaki mahzun sessizliği sadece beklenmedik bir anda kopan buzul parçasının gürültüsü bozabilir. Etrafta ne bir tane ot, ne de bir çalılık; sadece kat kat dizilmiş ve sarp kayalıklarını mavi buzullardan sarkıtmış gibi duran üzerlerinde çiğ taneleriyle sarp ve geçit vermez zirveler. Aşağıda dağların eteklerinde ise, rengarenk ahengi, bolluk ve bereketin bütün ihtişam elbisesi ile soluk alan tabiat.

Elbrus’un batı yamacındaki buzulların arasından çıkıp gürül gürül akan suların, kocaman granit yığınlarının arasından kendine yol açması ve sanki koşarcasına vadilere akan şelalelerin uğultusu. Birkaç ayrı derenin bir yerde birleşip, yemyeşil ve gür çam ağaçları ve onların yapraklarına dönüşmesi. Bu bereketli ve geniş vadiler Kuban yöresi ismiyle bilinirler. Burada dağlardan akan nehirler birleşerek Kuban’ın başlangıcını oluştururlar. Yukarı bölgelerden akan bu su, kıyıları sarp ve geçilmez olan, etrafı sanki bir şerit gibi gür ve uçsuz bucaksız ormanlarla kaplı bereketli çayırlara akmaktadır. Kıyılarında dağlıların kulübeleri, eteklerinde ise, sanki bir resimden çıkmış gibi insanı büyüleyen bu yaylarda sayısız at, koyun, sığır sürüleri otlamaktadır.

Kuban’ın doğduğu yer olan bu bölgelerde; Ullu-Kam, Uçkulan ve Hurzuk, Türk boylarından olan Karaçaylılar, köken olarak akraba oldukları komşularıyla (Çegemliler, Holamlılar, Bızıngılılar) beraber yaşamakta ve genel olarak Türk Tatarları olarak adlandırılmaktadırlar. Karaçaylıların yaşadıkları bölgenin neredeyse tamamı Batal-Paşa (bugünkü Çerkessk, ç.n.) şehrine bağlıdır. Kuban bölgesinin batıdan Teberdi (Kuban’ın sol kolu) ile sınır teşkil etmekte, doğu ve güneyden ise Elbrus ve onun kolları ile sınır teşkil etmekte, kuzeyden ise dağ eteklerinin düzlükleri ve Kabardeylerin yaşadığı Kuban ve Tersk stepleri ile sınır teşkil etmektedir. Sadece tüccar Svanlar (Gürcistan’ın batısında dağlık bölgelerde yaşayan Svan halkı) ile dağlı Yahudiler zaman zaman ana tepedeki geçitleri ve güneydeki buzulları aşarak Karaçay’a geçmekte, bir şeyler satın almakta veya yanlarında getirdikleri mallara karşılık, basma (beyaz pamuklu dokuma üzerine sonradan renkli desen basmak suretiyle elde edilen kumaş), ip, urgan, tütün, Karaçay sığırları ile değiş tokuş etmektedirler.

Yaygın kanaate göre, her ne kadar görünüşleri bu görüşü tamamen destekler nitelikte olmasa da, Karaçaylılar Türk halklarından Nogayların bir kolunu oluşturmaktadırlar. Karaçaylılar, Kafkasya’nın en güzel halklarından biridir. Çok uzun boylu olmayan yapıları ile, geniş omuzlu ve çok gelişmiş güçlü kaslara sahiptirler. Yüz hatları incedir, ancak düzdür, derilerinin rengi beyaz ve biraz da kırmızıya çalmaktadır. Saçlarının rengi farklı farklıdır, çok güzel, temiz ve ince dişlere sahiptirler. Dağlılara özgü atletik ve düzgün bir fiziğe sahiptirler. Aynı zamanda görünüşleri çok zariftir. Belirgin özellikleri genel olarak bunlardır.

Karaçaylılar giyim-kuşam olarak çok az bir farkla komşularından ayrılmaktadırlar. Herkesçe bilinen uzun ince cepken, ökçesiz çizmeler veya çarıklar, geniş şalvar giymektedirler. Uzaktan Karaçaylıları diğerlerinden ayırabilmek ancak, koyun derisinden yapılan tüylü börkleri ve sırtlarındaki düz çuhadan yapılma elbiseleri ile mümkündür. Kadınların elbiseleri sık dokunmuş ipekten yapılma rengarenk gömlekleri, üzerine giydikleri kaftanı andıran uzun elbiseleri, peçeleri, başlarına giydikleri sırmalı başlıkları ve giydikleri şalvardan oluşmaktadır. Kızlar saçlarını örerek rengarenk kurdelalar bağlarlar, boyunlarına değerli madenlerden yapılan gerdanlıklar takarlar ve bellerinde yine değerli madenlerden yapılma kemer takarlar.

Karaçaylılar, ataları ve ecdatlarıyla ilgili, güvenilir ve doğru bilgiye sahip değildirler. Efsanelere göre, Karaçay prenslerinden biri olan Karça, Baksan (Terek’in bir kolu) vadisinde gezinirken, tesadüfen Kuban nehrinin kaynağına doğru yeni bir yol bulmuş. Bu yeni yerde kimse yaşamıyormuş. Baksan vadisinde yaşayan halkın büyük bir kısmı buraya, Kuban yöresine göç etmiş. Prens Karça halkını belirli bir düzene koymuş, onları bu bereketli topraklara yerleştirmiş ve kendi isminden onlara “Karaçay” halkı demiş. İlk Karaçay prensleri Karça’nın akrabalarıdırlar. Halk içinde bu savaşçı kahramanın anısı bugün dahi büyük bir saygıyla anılmaktadır. Elbrus dağının eteklerinde, Baksan vadisinde, efsaneye göre, Karça’nın öz dayısı, Baksan prensi Kamgut’un mezarının yakınlarına şapel (küçük kilise) tarzında bir anıt yapılmış ve bu anıt bugüne kadar korunarak sahip çıkılmıştır. Kamgut da yeğeni gibi, dürüstlüğün, adaletin ve iyi yürekliliğin timsali olmuştur. Bugün dahi, hiçbir dağlı, anıtın yanından geçerken iyi kalpli prensin ruhuna dua etmeden geçmez.

Karça ve Kamgut gibi kahramanların yönetimindeki Karaçaylılar dağlı halkların içinde en dürüst halk olarak bilinmektedirler. Dağlıların kanunlarının en temel maddesi, büyüklere sonsuz saygı ve itaat etmektir. Baba veya ailenin en büyüğü, aile reisi olarak karşımıza çıkar. Küçüklerin, büyüklerin bulunduğu ortamda, oturmaları, büyüklerin konuşmalarına ve yemeklerine katılmaları söz konusu değildir. Büyükler her zaman kendilerinden yaşça küçük olanlardan derin bir saygı ve hürmet görürler. Aile ilişkilerinde, aile üyelerinin olağanüstü alçakgönüllü olmalarını gerektirmektedir. Bundan dolayı, örneğin, karı-koca arasındaki ilişkilerde, yabancıların bulunduğu bir ortamda, birbirlerine sevecen ve tatlı sözlerin söylenmesi, çok uygunsuz ve münasebetsiz bir davranış olarak kabul edilmiştir. Hatta babanın yabancıların bulunduğu bir ortamda çocuklarını sevmesi, onlara güzel sözler söylemesi de, hiç hoş karşılanmamıştır.

Her ne kadar, Karaçaylılar, İslam (*) dinine gönülden bağlı olsalar da, bunlarda çok eşlilik neredeyse yoktur. Kadınların durumları, diğer Kafkas halklarındaki kadınlara oranla çok daha iyidir. Kızlar ise özgür olarak yetişirler. Evlenmede en belirgin rol başlık parası, hatta kalım (süt parası), bazen büyük veya küçük bir hayvan sürüsü olarak belirlenir, ancak bunlar gelinin mülkiyetine geçerler, gelinin ailesinin mülkiyetine geçmezler.

Dini kurallara riayet etmek herkesin görevi ve sorumluluğudur. Riayet etmeyenler toplumun nefreti ile cezalandırılmakta, hatta bazen ortak bir karar ile mescide dahi alınmamaktadırlar. Aynı hassasiyet çalışma konusunda da görülmektedir. Çalışkanlık ve gayretlilik toplumda saygı ve hürmet ile karşılanmakta, tembellik ise, büyükler tarafından aleni olarak dile getirilen ayıplama ve nefret ile karşılanmaktadır. Bu suçlular için bir çeşit rezaletin damgasıdır. Hiçbir genç kız büyüklerin ayıpladığı ve nefret ile baktığı kimse ile evlenmez. Bu görüşle bakıldığı zaman Karaçaylılar hakimiyet ve iktidar açısından son derece yüksek aklı selim bir halktır. Birçok olayda mollalar ve toplumda örnek olarak gösterilen kişiler hakemlik yaparlar. Karaçaylılarda, ateşli ve çevik birer savaşçı olsalar da, diğer birçok Kafkas halkında görülen kudurmuşçasına yapılan çapulculuk, yağmacılık ve eşkıyalık yoktur.

Karaçay’da tarım ve ziraat ortaya çıktığı dönemlerde; tahıl, hububat ve mısır ekimi için tarlalar özenle taşlardan temizlenip tarım için elverişli hale getirilmiştir. Ancak toprak yetersizliği ve gelincikler (Karaçaylıların nedense öldürmeye çekindikleri), bu halkı tarım ve ziraatten soğutmuş ve tarlaların büyük bir kısmı acınacak ve önemsiz bir hale gelmiştir. Ürün yetiştiriciliği sadece evlerin etrafında yapılmaktadır. Gelinciklerden, hendek ve su kanalları kazılarak korunma yoluna gidilmiştir. Gelincikler ekili alanlara girdiklerinde, bu hayvanlardan, tarlalara su verilerek ya da yuvalarına su doldurularak korumuşlardır. Bundan başka, kadınlar ve çocuklar sabahtan akşama kadar tarlalarda gezinerek, bakır metallere, oraklara, tahta ya da metal levhalara vurarak gelincikleri korkutarak tarlalarını korumuşlardır.

Mingi Tav (Elbrus) eteklerindeki yaylalarda, otlaklarda, Karaçaylıların sayısız at sürüleri, sığır ve koyun sürüleri otlamaktadır. Kadınlar yünden çuha, yamçı, kepenek, tulum, kürk, şilte gibi malzemeler yaparlar. Ancak bunları yaparken kullandıkları teknikler çok eski olduğu için yaptıkları şeyler çok yüksek kalitede olmaz. Bu arada erkekler, orman işleri ile de uğraşırlar, ağaç kesimi yaparlardı, çobanlar ise yarı göçebe hayat sürerler, yazın eşi ve çocuklarını köyde bırakır, sürülerini alarak onları otlatmak için dağlara giderler.

Bir dağlı köyüne girdiğiniz zaman, tomruk parçaları üzerinde oturan yüz yaşındaki ihtiyarlardan (Karaçay’da bu yüz yaşındaki insanlar hiç de az değildir) başlayarak, çatılardaki çoban köpeklerine kadar herkes sanki uyukluyor gibi görünür. Hiçbir şey yapmadan boş duran insanları ancak namaz vakitlerinde mescitte ve köy yönetim meclisinde toplandıkları zaman görebilirsiniz. Karaçaylıların “adet” (yazılmamış kanunlar) ve “şeriat” (Kuran’ın medeni kanun kısmı) tarzında mahkemeleri ve kadı-efendileri vardır. Her ne kadar bazı mollalar, özellikle ihtiyarlar, dini koruma amaçlı, Rus okuluna pek iyi gözle bakmasalar da, Uçkulan’da şehir mahkemesi ve çocuklar için bir okul mevcuttur. Ancak pratik olarak eğitimin faydalarını fark eden zengin aileleri hiçbir çekince göstermeden çocuklarını bu okullara ve enstitülere göndermektedir.

Özellikle son zamanlarda Karaçay hayatının yegane temel direği olan hayvancılık giderek azalmaktadır. Sadırlar tepelerinin ormansız yeşil alanlarında, Elbrus’un kuzey yamaçlarından Kuban’ın batısına doğru sıralanan vadilerde daha yakın zamanlarda bereketli yaylalar ve otlaklar vardı. Ancak şimdi bütün bunların hepsi gelincikler tarafından yok edildi. Fakirlik çok hızlı bir şekilde artıyor. Bizim köy ağalarına benzeyen yeni bir insan modeli doğuyor. Şimdilik çobanlığı bırakan bu “medeniyet” temsilcilerinin sayıları çok fazla değil. Ellerindeki malı mülkü sermayeye çevirerek bunların getirileriyle yaşıyorlar, varlıklarını toprağı olmayan fakir ailelere kiralayarak onları adeta köleleştiriyorlar. Tabii ki, her halükarda zenginlikten deliye dönenler kesimini, köylerdeki ve diğer görevlerdeki devlet görevlileri oluşturuyor. Bütün bunlardan sonra, Karaçaylıların eğitime ve aydınlanmaya olan aklı selim çaba ve hevesleri tamamen anlaşılır bir hal alıyor.

(*) Karaçaylıların köken itibari ile Türk olduklarını kabul etmeyen Klaproth’un görüşüne göre Karaçaylılar ilk zamanlarda putperesttiler ve ancak 1782 yılında İslam dinini kabul etmişlerdir.
_____________________________

Jivopisnaya Rossiya, No: 35, 1901.
_____________________________

kamatur.org

Karaçay Malkar Türkiye

Login

{loadmoduleid ? string:? string:? string:? string:? string:? string:? string:? string:? string:? string:261 ? ? ? ? ? ? ? ? ? ?}