Kafkas halklarından olan ve 2000 yıldan beri Kuban ırmağının kaynağı Elbruz dağının doğu ve batısındaki dağlık arazide ve derin vâdilerde yaşayan Karaçay-Malkar Türkleri hakkında bilinen rivâyetlerden birisi de Karaçaylılar’ın Anadolu Türkleri’nin bir kolu olduğudur. Karaçay ve Malkar adları aslında bu Türkler’in yaşadığı birer coğrafi bölge adı olmasına rağmen, Sovyet politikası neticesi -diğer Türkler’de de görüldüğü gibi- birbirinden farklı dile, kültüre ve târihe sâhip iki ayrı halkmış gibi gösterilmiş ve Karaçaylılar ile Malkarlılar birbirinden koparılmaya çalışılmıştır.
Aslında bunlar, aynı dili konuşan, aynı kültüre, aynı târihe ve aynı dîne sâhip bir Türk boyudur. Kafkas bölgesinde yaşayan diğer Türkler gibi Karaçay-Malkar Türkleri de uzun müddet Ruslar’la mücâdele etmiş, 1828’de toprakları Ruslar tarafından işgal edilince yurtlarını terk ederek Anadolu’ya ve diğer Müslüman ülkelere göç etmeye başlamışlardır.
Anadolu’yu anavatan sayarak 1862-1905, 1877-1878, 1900-1908 yılları arasında gruplar hâlinde göçüp gelen Karaçay-Malkar Türkleri’nin bir kısmı Afyon’a yerleşmiştir. Afyon şehir merke-zinde, Bolvadin ilçesinin Gökçeyayla mahallesinde, İncehisar ilçesine bağlı Doğlat köyünde, Eskişe-hir’in Han ilçesine bağlı Akhisar köyünde (1987 yılına kadar Afyon’ bağlı idi) ve yine Han ilçesine bağlı Gökçeyayla köyünde (1992 yılına kadar Afyon’a bağlı idi) bugün 5000 civârında Karaçay-Malkar Türk’ü yaşamaktadır.
Geldikleri yıllardan beri dinlerine, dillerine ve kültürlerine bağlılıkları, dürüstlükleri ve çalışkanlıkları ile Afyon’luların sevgisini kazanan Karaçay-Malkar Türkleri dil, kültür, âdet ve gele-neklerini aynen sürdürmektedirler. Bu Türkler dînî manzûmeler, ağıtlar, algış (övme) ve kargışlar (yermeler-bedduâlar), Nart efsâneleri-masallar, aşk şarkıları-maniler, ninniler, atasözleri, bilmeceler, bâtıl inanışlar, düğünler (toylar) gibi zengin edebiyat ve folklor mahsullerine sâhiptirler.
Araştırma ve derleme yapmak üzere Karaçay-Malkar Türkleri’nin yaşadığı Doğlat ve Gökçeyayla köylerine gittik. Yaşlılarla konuşup, sohbet etme imkânı bulduk. Burada bizzat Karaçay-Malkar Türkleri’nin zengin edebiyat ve folklor mahsullerine sâhip olduklarını gördük. Bu mahsullerin çoğunu ezberinde bulunduran yaşlılardan birisi aynı zamanda şâirdi. Köyde Avbekir Hoca diye anılan bu nur yüzlü şâir, 1341 yılında Gökçeyayla (o zamanki adıyla Orhaniye) köyünde doğmuştur. Babasının adı Ramazan, kendisinin adı Ebubekir ÇEKEN’dir. Sohbetimiz sırasında, çocukluğunda ve gençliğinde çobanlık ettiğini, 3 sene askerlik icrâ ettiğini öğrendiğimiz Ebubekir ÇEKEN, kendi kendini yetiştirmiş ve 15 yıl imamlık vazifesinde bulunmuştur.
Afyon ve köylerinde yaşayan Karaçay-Malkar Türkleri’nin dil, edebiyat ve kültür varlıklarının unutulmaması için, gittiğimiz köylerde yaşlılarla olan konuşmalarımızı kasede aldık. İşte bunlardan biri olan, Ebubekir ÇEKEN’den derlediğimiz dînî bir manzûmeyi, eski "Nart" destanları kahramanlarından, çobanların atası sayılan Aymuş etrafındaki destanı ve düğünlerde söylenen bir "algış"ı (duâyı) ilk defa burada Karaçay-Malkar Türkçesi ve Türkiye Türkçesi’yle dil ve edebiyat araştırıcılarının dikkatine sunuyoruz.
DÎNÎ BİR MANZÛME
Karaçay-Malkar Türkçesi ile:
Sözübüzge başlayık Allah’nı atıbıla
Haparıbıznı aytayık anı artıbıla.
Bizni Paygambarıbız Muhammed Mustafa’dı,
Salat salamla anga mingle bla defadı.
Anı sıylılıgından bir kesek söz eteyik,
Tuvganlaga da, tuvduklaga da üvreteyik.
Muhammed Mustafa’nı ullulugun bileyik,
Kıyamat kün biz anı şafaatın tileyik.
Musa Aleyhisselam’ga Kelimullah dedile,
Muhammed Mustafa’ga Habibullah dedile.
Musa Aleyhisselam Allah’ha munu sordu,
Kelim bla Habib’ni arasında ne bardı?
Allah Taala aytdı Musa Aleyhisselam’ga,
İgi eslep karaçın on segiz ming alemga.
On segiz ming alemde on segiz ming Musa’la,
Birden sonra cog edi Muhammed Mustafa’la.
Kelimullah’nı işi Allah’nı razı eterça,
Allah’nı işi Habibullah’nı kölüne ceterça.
Allah Habibullah’ha dedi "Levlâke levlâk"
Cuvabına da aytdı "Lemâ halektul eflâk".
Muhammed dedi Allah Habibi’ni atına,
Anı keltirip saldı kesi atını katına.
Lâ ilâhe illallah Muhammed Rasûlullah,
Birgeley okunurça birgeley cazıdı Allah.
Allah anı çakırdı kesin ençi katına,
Mekka’dan Kudus’ha mindirip Burak atına.
Andan örge allına iydi Refref baçhıçın,
Koluna bergen edi sekiz Cannet açhıçın.
Refref bla çıkdı Allah’nı miyik katına,
Közü bla körüp Allah’ın cetti muratına.
Allah anı etgendi Rahmetetel lil Âlemin,
Savlay alemlege boldu Muhammed Emin.
En aruv kılıkdasa dep Allah anı mahtadı,
Peygamberlik sıncırı kelip anda tohdadı.
Mahtavun sav aytırga bizni küçübüz almaz,
Biz aythan bla anı mahdavu boşalmaz.
Bıllay bir söz cetişir anglarık bolganga,
Allah anga küç bersin anglayalmaganga.
Endi aytırımı da köl salıp tınglagız,
Canlanı kaydan caratılganın anglagız.
Muhammed’ni cürünü cetmiş ming cıl algadan,
Carathan edi Allah düniyadan, canladan.
Anı nürün etgenet uşaş altın tavukga,
Sünnetini tutalgan tüber ullu zavukga.
Muhammed nürü alay bek omaget ginciden,
Bir cabuvnu içinde islengen ak inciden.
Allah bir ullu terek etdi anı katında,
Aruvda bir terek Secere Yakın atında.
Cabuv içinde nürnü anı içine salganet,
Muhammed nürü anda cetmiş ming cıl kalganet.
Ol nürnü közlerinde uyalmaknı caratdı,
Tuvrasında küzgünü etip anga karatdı.
Küzgüge karap kördü kesini aruvlugun,
Seyir tamaşa etip Allah’nı ullulugun.
Uyaldı da terledi altı tamçı ter akdı,
Birinçiden Ebu Bekir’ni ruhun caratdı.
Ekinçiden Umar’nı, üçünçüden Osman’nı,
Törtünçüden Aliy’ni ruhlarını caratdı.
Kızıl gokga hanslanı beşinçi akgan terden,
Altınçıdan pirinçni, ol da çıgadı cerden.
Tört Sahabe nürleni tögeregine tizdi,
Dünyada seni nögerleringdile dep kögüzdü.
Allah’ından uyalıp terledi başdan ayak,
Tesbih etdi Mevla’sın birda capmayın cayak.
Ol terden caratdı Allah on segiz ming alemni,
Arşnı, Kürsnü, kökleni, cerni, Levhni, Kalemni.
Ol terden caratdı Allah dünyalanı, canlanı,
Ol terden caratdı Allah cinleni, şaytanlanı.
Bek sıylı baş terinden caratdı Melekleni,
Sıysız cerni terinden şeytanla, bilekleni.
Dünyala barı anı terinden caratıldı,
Kandil içinde süyelip kesine karatıldı.
Kızıl nakut, nalmasdan bir kandil etdi anda,
İçinde körüneyet tışından karaganda.
Altın tavukça nürnü dünyada bolganıça,
Kandil içinde süyelip namaz kılgança.
Andan sonra buyurdu Ullu Allah canlaga,
Nürden Muhammed’ni körürge karaganlaga.
Cüz ming cılnı tögeregine aylanıp turdula,
Andan sonra Paygambarlar’ın karap kördüle.
Dünyada patcah boldu karap başın körgenle,
Omak işle etivçü boldu kaşın körgenle.
Tüzlük etgen amirle bet türsünün kördüle,
Vezir vüzera bolup tüzlükge kol berdile.
Közlerin körgen boldu kesi ayıbın körüvçü,
Kulakların körgen Kur’an’ga kulak berüvçü.
Avzun körgen boldu köp oraza tutuvçu,
Kol bazugun körgenle ok, mızırak atuvçu.
Öşünün körgen anı, azbar boldu Kur’an’nı,
Alim-müctehit bolup carıttı sav cihannı.
Anı tişin körgenle aruv boldula, habib,
Anı burnun körgenle dohtur boldula, tabip.
Hayır etgen çomartla ong kolunu kördüle,
Sol kolunu körgenle haramga bel berdile.
Közün körgenle kesin amanlıktan tıydıla,
Sol kolunu körgenle haramdan mal cıydıla.
San etmegen kararga, köralmayın kaldıla,
Düniyada, ahıratta din-iymansız boldula.
Allah bizni korusun ol türsünlü bolgandan,
San etmeyin köralmayın kalgandan.
Savlay sanarık bolsak bek uzakga ketedi,
Tınglagan camagatda erikgen etedi.
Gâfil AVBEKİR tile anı şafa’atını,
Keçe kündüz demey ayt Ullu Allah’nı atını.
Türkiye Türkçesi ile
Sözümüze başlayalım Allah’ın adıyla
Haberimizi söyleyelim onun ardıyla.
Bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafa’dır,
Salat selâmlar O’na binlerce def’adır.
O’nun yüceliğinden biraz söz edelim,
Çocuklara da, torunlara da öğretelim.
Muhammed Mustafa’nun ululuğunu bilelim,
Kıyâmet günü biz O’nun şefaatını dileyelim.
Musa Aleyhisselâm’a Kelimullah dediler,
Muhammed Mustafa’ya Habibullah dediler.
Musa Aleyhisselâm Allah’a bunu sordu,
Kelim ile Habib’in arasında ne (fark) vardır?
Allahü Te’âlâ söyledi Musa Aleyhisselâm’a,
İyi dikkatle bak sen on sekiz bin âleme.
On sekiz bin âlemde on sekiz bin Musa’lar,
Birden sonra yok idi Muhammed Mustafa’lar.
Kelimullah’ın işi Allah’ı râzı etmektir,
Allah’ın işi Habibullah’ın gönlüne yetmektir.
Allah Habibullah’a dedi "Levlâke levlâk"
Cevâbını da söyledi "Lemâ halektul eflâk".
Muhammed dedi Allah Habibi’nin adına,
Onu getirip koydu kendi adının yanına.
Lâ ilâhe illallah Muhammed Rasûlullah,
Berâber okunacak gibi berâber yazdı Allah.
Allah O’nu çağırdı kendi gizli yanına,
Mekke’den Kudüs’e bindirip Burak atına.
Oradan yukarı önüne gönderdi Refref merdivenini,
Eline vermiş idi sekiz Cennet anahtarını.
Refref ile çıktı Allah’ın yüksek katına,
Gözü ile görüp Allah’ını erdi murâdına.
Allah O’nu etti Rahmetel lil Âlemin,
Bütün âlemlere oldu Muhammed Emin.
En güzel ahlâklısın diye Allah O’nu övdü,
Peygamberlik zinciri gelip O’nda durdu.
Methini tam söylemeye bizim gücümüz yetmez,
Bizim söylememizle O’nun methi bitmez
Bu kadar söz yetişir anlayacak olana,
Allah ona güç versin anlayamayana.
Şimdi söyleyeceğimi de dikkatle dinleyiniz,
Canların nereden yaratıldığını anlayınız.
Muhammed’in nurunu yetmiş bin yıl önceden,
Yaratmış idi Allah dünyâdan, canlardan.
O’nun nurunu etmişti benzer altın tavuğa.
Sünnetini tutabilen kavusur büyük zevke.
Muhammed nuru öyle çok güzeldi yapma bebekten,
Bir örtünün içinde islenen ak inciden.
Allah bir ulu ağaç etti O’nun yanında,
Güzel de bir ağaç Secere Yakın adında.
Örtü içinde nuru onun içine koymuştu,
Muhammed nuru onda yetmiş bin yıl kalmıştı.
O nurun gözlerinde utanmayı yarattı,
Karşısına aynayı yapıp ona baktırdı.
Aynaya bakıp gördü kendi güzelliğini,
Seyir temâşâ edip Allah’ın ululuğunu.
Utandı da terledi altı damla ter aktı,
Birinciden Ebû Bekir’in ruhunu yarattı.
İkinciden Ömer’in, üçüncüden Osman’ın,
Dördüncüden Ali’nin ruhlarını yarattı.
Kırmızı çiçekleri beşinci akan terden,
Altıncıdan pirinci, o da çıkıyor yerden.
Dört Sahâbe nurlarını etrâfına dizdi,
Dünyâda senin arkadaşların diye gösterdi.
Allah’ından utanarak terledi baştan ayak,
Tesbih etti Mevlâ’sını, hiç kaldırmadan yanak.
O terden yarattı Allah on sekiz bin âlemi,
Arş’ı, Kürs’ü, gökleri, yeri, Levh’i, Kalem’i.
O terden yarattı Allah dünyâları, canları,
terden yarattı Allah cinleri, şeytanları.
Çok soylu baş terinden yarattı Melekleri,
Değersiz yerin terinden şeytanları, bilekleri.
Dünyâların hepsi O’nun terinden yaratıldı,
Kandil içinde ayakta kendine gösterildi.
Kızıl yakut, elmastan bir kandil etti orda,
İçinde görünüyordu dışından bakıldığında.
Altın tavuk gibi nuru dünyâda olduğu gibi,
Kandil içinde ayakta namaz kılar gibi.
Ondan sonra buyurdu Ulu Allah canlara,
Nurdan Muhammed’i görmek için bakanlara.
Yüz bin yıl etrâfında dönüp durdular,
Ondan sonra Peygamberleri’ni bakıp gördüler.
Dünyâda pâdişah oldu bakıp başını görenler,
Güzel işler yapıcı oldu kaşını görenler.
Doğruluk eden âmirler yüz güzelliğini gördüler,
Vezir vüzera olup doğruluğa el verdiler.
Gözlerini gören oldu kendi ayıbın görücü,
Kulaklarını gören Kur’ân’a kulak verici.
Ağzın gören oldu çok oruç tutucu,
Kol pazusunu görenler ok, mızrak atıcı.
Bağrını gören onu, ezberleyici oldu Kur’ân’ı,
Âlim-müçtehit olup aydınlattı bütün cihânı.
O’nun dişini görenler güzel oldular, habip,
O’nun burnunu görenler doktor oldular, tabip.
Hayır eden cömertler sağ kolunu gördüler,
Sol kolunu görenler harama bel verdiler.
Gözünü görenler kendini kötülükten alıkoydular,
Sol kolunu görenler haramdan mal topladılar.
Mühimsemeyenler bakmaya, göremeden kaldılar,
Dünyâda, Âhiret’te dinsiz îmânsız oldular.
Allah bizi korusun öyle yüzlü olmaktan,
Mühimsemeden, göremeden kalmaktan.
Bütün sayacak olsak çok uzağa gidiyor,
Dinleyen cemaata bıkkınlık ediyor.
Gâfil EBUBEKİR dile O’nun şefa’atını,
Gece gündüz demeden söyle Ulu Allah’ın adını.
AYMUŞ
Karaçay-Malkar Türkçesi ile
Sizge aytayım men Aymuş’nu bolgan comagın,
İgi tıngılagız comaklanı en omagın.
Aymuş bolur edi bir talay caşnı kiçisi,
Eterik işlerin saylab aldıla üçüsü.
Alay aytayedi comaknı aythan haparçı,
Ulluları malga avured buldu tuvarçı.
Ekinçi zomahay omaged aldı toyçuluk,
Aymuş cengil edi, anga da kaldı koyçuluk.
Aymuş kütüyedi bir bay kişini malların,
Sizge aytayım men başına kelgen halların.
Bir kün ısdavatha kele turuyed sürüvü,
En artda bir kozu rahın malça cürüvü.
Anası artına karab kozuga makırdı,
Kesi tilibila anı katına çakırdı.
Kozu anasına kulak beriyed mangırab,
Aymuş kulak saldı alanı tilin angılab.
Koy aytdı kozuga "Kele, kir artha kalasa,
Artha kala kelib börüge azık bolasa."
Kozu dedi "Bu malnı ırıshısı belimden
Bashantda artık cürürge kelmeydi kolumdan."
Aymuş munu eştib kozuga belgi salganed,
Künü cetgeninde canına anı alganed.
Künnen keçege malı köb bolub başladı,
Aymuş’nu caşavu algan halin taşladı.
Köb barmay tögerekge sıyınmadı baylıgı,
Tübsüz Köl’nü katı boldu Aymuş’nu caylıgı.
Malı cayılayedi ol caylıklanı tolturub,
Aymuş küteyedi ortalarına olturub.
Sıbızgısını da soguyedi aruv taraltıb,
Malı uzak ketmeyed sıbızgını bek caratıb.
Tersine ketgenni sıbızgı sogub tıyayed,
Catar cerlerine sıbızgı bla cıyayed.
Koyları avsala sırtnı ol canı avuşha,
Kaytıb keleyelle eştib sıbızgı tavuşha.
Bir kün ol köl katında cıyılıb tura malları,
Kölden bir koçhar çıkdı, bek aruv sanları.
Altı müyüzlü bir aruv koçhar, çımmak ak,
Altı müyüzü da sapsarı, altın bek omak.
Kıngır çungurları kümüşden karasavutça,
Tükleri cim cim cıltırab altın tavukça.
Kölden çıkganlay koylaga ileşib çaphaned,
Koyla ürkgenelle, Aymuş tuvaylab kophaned.
Izına kaçıb barıp koçhar kölge sekirdi,
Endige deri caşagan kölüne kirdi.
Aymuş’nu koyları koçharnı ızından kuyuldu,
Sıbızgısın sogub alları küçden tıyıldı.
Aymuş’nu koçharga mardasız közü karadı,
Kelib koylarına koşulurmed dep maradı.
Tuvaylay bilmegen bir sürüvçü caş izledi,
Elinde bir caşnı calçı tutarga sözledi.
Sürüvüne süvedi ol caşnı keltirib,
Kalay eterigin aruv üvretdi olturub.
Koylarını cıyıb caşha amanat etgened,
Kesi da arlakda koşuna aylana ketgened.
Calçı küteyedi örge süvelib olturmay,
Kölden biyagı koçhar çıkganed köp turmay.
Çıkganı kibik da çabıb koylaga cetgened,
Koyla ürkgenelle calçı da tavuş etgened.
Izına kaçıb barıp koçhar kölge sekirdi,
Yaratıldığından beri yaşadığı evine girdi.
Koçharnı ızından koyla başların atdıla,
Tıyama deb çaphan calçını tepleb ketdile.
Sıbızgı bilmeyed Aymuş’ça sogub tıyarga,
Birda bolalmadı seyirge karab koyarga.
Koylanı cıyarga calçını küçü cetmedi,
Ne bek küreşse da çırtda karuv etmedi.
Eng artda bir aksak toklunu tutub tıyaldı,
Aymuş kelgeninde cerge kirirley üyaldı.
Tili tutulub caş söleşalmay kalganed,
Aymuş toklusun caşnı kolundan alganed.
Alganı kibik da kötürüb kölge athaned,
Kesi da artından kölge sekirib ketgened.
Aymuş da malı da ol ullu kölge taşaydı,
Ol künden beri Aymuş ol kölde caşaydı.
Anı körmegença avruv, talav da körmeyik,
Bıllay bolamzlık işlege iynan bermeyik.
Ebubekir ÇEKEN (Gökçeyayla, 1996).
Türkiye Türkçesi ile
Size söyleyeyim Aymuş’un vâki masalını,
İyi dinleyin masalların en güzelini.
Aymuş birçok kardeşinin en küçüğü idi,
Yapacakları işi seçerek aldılar üçü.
Öyle söyledi masalı anlatan haberci,
Büyükleri ağır işliydi oldu sığır çobanı.
İkinci kardeşi güzel giyindiğinden düğünlerde gezdi,
Aymuş çabuk işliydi, ona da kaldı çobanlık.
Aymuş güdüyordu zengin birisinin sürüsünü,
Size söyleyeyim başına gelen hâlleri.
Bir gün ağıla gele dururken sürüsü,
En arkada bir kuzu hasta gibi yürüyordu.
Anası arkasına bakarak meledi,
Kendi diliyle onu yanına çağırdı.
Kuzu anasına kulak veriyordu meleyerek,
Aymuş kulak verdi onların dilini anlayarak.
Koyun dedi kuzuya "Koş, geride kalıyorsun,
Geride kalarak kurda azık olacaksın."
Kuzu dedi "Bu sürünün rızkı belimden
Bastığı için fazla yürümek elimden gelmiyor."
Aymuş bunu duyarak kuzuya nişan koymuştu,
Günü yettiğinde yanına onu almıştı.
Günden geceye malı çok olmaya başladı,
Aymuş’un hayâtı önceki hâlinden iyi oldu.
Çok geçmeden etrâfa sığmadı zenginliği,
Dipsiz Göl’ün yanı oldu Aymuş’un yaylası.
Malı yayılıyordu o yaylaları doldurarak,
Aymuş güdüyordu ortalarına oturarak.
Kavalını da çalıyordu güzel inleterek,
Malı uzağa gitmiyordu kavalı çok beğenerek.
Tersine gideni kaval çalarak durduruyordu,
Yatacak yerlerine kaval ile topluyordu.
Koyunları tepenin diğer yanına geçtiklerinde,
Dönerek gelirlerdi duyunca kaval sesini.
Bir gün o gölün yanında toplanmıştı sürüsü,
Gölden bir koç çıktı, çok güzel görünüşlü.
Altı boynuzlu bir güzel koç, bembeyaz,
Altı boynuzu da sapsarı, altından daha güzel.
Boynuzunun eğri çukurları gümüşten işlenmiş gibi,
Tüyleri parım parım parlak altın tavuk gibi.
Gölden çıkınca koyunlara ilişerek koştu,
Koyunlar ürktüler, Aymuş bağırarak kalktı.
Geldiği yere dönerek koç göle atladı,
Şimdiye kadar yaşadığı gölüne girdi.
Aymuş’un koyunları koçun arkasından koştular,
(Aymuş) kavalını çalarak onları zor durdurdu.
Aymuş’un koçta devamlı gözü kaldı,
Gelerek sürüsüne katılır mı diye bekledi.
Bağırmasını bilmeyen bir çoban aradı,
Köyünde bir delikanlıyla çobanlık için sözleşti.
Sürüsünün başına o delikanlıyı getirerek,
Nasıl yapacağını güzelce öğretti oturarak.
Koyunlarını toplayarak çobana emânet etmişti,
Kendisi de az ilerideki ağılına gitmişti.
Çoban oturmadan ayakta sürüyü güderken,
Gölden yine koç çıkmıştı çok geçmeden.
Çıkınca hemen koşarak koyunlara yetişti,
Koyunlar ürkünce çoban bağırmıştı.
Geldiği yere kaçarak koç göle atladı,
Ömürden beri caşagan üyüne kirdi.
Koçun arkasından koyunlar suya atladılar,
Durdururum diye koşan çobanı çiğneyip gittiler.
Kaval bilmiyordu Aymuş gibi çalarak durdurmaya,
Hiç olamadı seyire bakarak kalmaya.
Koyunları toplamaya çobanın gücü yetmedi,
Ne kadar uğraşsa da elinden birşey gelmedi.
En sonunda bir topal tokluyu tutarak durdurdu,
Aymuş geldiğinde yere girecek gibi utandı.
Dili tutularak çoban konuşamadan kalmıştı,
Aymuş toklusunu çobanın elinden almıştı.
Aldığı gibi de kaldırarak göle atmıştı,
Kendisi de ardından göle atlayıp gitmişti.
Aymuş da, malı da o ulu göle battı,
O günden bu yana Aymuş o gölde yaşıyor.
Onu görmediğimiz gibi hastalık, ölüm de görmeyelim,
Böyle olmayacak işlere de inanmayalım.